sonra ne mi oldu? martıların dilini öğrendim ben. sen öğrettin bana onlarla nasıl konuşmam gerektiğini. aslına bakarsan hala haklılar bir bakıma ama yanılıyorlar da. evet, bu dünya iyi bir yer değil ama mutlu olunamayacağını da kim söyledi? "karanlıkların arasındaki aydınlığı bulabilmek" bir metafordan öte gerçeğin ta kendisi olabiliyormuş. bir martı olmak ister miydim bilmiyorum, sanırım hayır. keşke onlar benim yerimde olabilseler, keşke benim gözümden bakabilseler de görseler benim karşımda parıldayan güzellikleri. keşke zihnimde yanan ışıkları, ta içlerimde sönmeyen ateşi, yanaklarımdaki dünyadan bağımsız gülümsemeyi hakkıyla aktarabilsem kağıtlara. keşke aktarabilsem bunları bir hikayeyle yahut bir şiirle martılara, insanlara yahut evrene. biraz abartı gibi duruyor farkındayım evren kelimesi. ama milyonlarca yıl önceki patlamadan sonra sıradanlaşmış, monotonlaşmış bir evren özlemiş olsa gerek böylesi büyük bir heyecanı. ne fark eder? ben bu evrende yaşadıkça, sokaklarda yürüdükçe, var eden izin verdikçe nefes almama bu heyecan hiç bitmeyecek. arkamı dönmeyeceğim hiç gözlerine, ne büyük acı olurdu bunun hissi…
tüm şehri karanlığa boyayan simsiyah yağmurlardan sonra açan güneşim…
ne de acizim sana olan sevgimi, şefkatimi, korkumu anlatmakta affet beni.
affet beni güçsüz kalıyorum, eziliyorum sana olan hislerimin altında.
affet, anlatamıyorum yeterince gülüşlerinde açan çiçekleri.
ne kadar da acizim hiçkimsecikler -sen dahi- yokken ancak yazabiliyorum bunları, dilimde gücüm olsaydı da zihnimi toparlayıp serebilseydim bu cümleleri önüne.
gücüm olsaydı da her daim bunları anlatabilseydim sana soluk dahi almadan, bir saniye dahi duraksamadan. ki artık ancak seninle anlam buluyor nefes aldığım her saniye.
sabahların hep mutlu olsun prensesim