29 Aralık 2015 Salı

kahverengi bir gün olmuyor her zaman
masada soğumuş bir çay bardağı
rüzgarla cebelleşen sigara külleri
nereden geldiği gayet belirsiz melodiler
ve birkaç unuttuğum şey daha
durun daha bitmedi
düşünmemiz gerek sahili geçmeden
kayıp hisler veya bir kitap arası kurutulan çiçek düşer yolumuza
ya bir güz serinliğinde
ya uçuşan bir bulutta
elma şekerinden yahut renksiz bir yağmurdan
mutluluklar devşiren sokak çocuklarına rast geliriz
camekanlardan kurtulup dokunuruz hiç tanımadığımız birinin düşüncelerine
yapmayın etmeyin her şeyin bir sahibi var bu şehirde
gürültülü sokaklar grilere ait
her bir kalabalığın sesini boyayan yorgunluklar
sessizliğe ait
dolanıp duran zihinlerin bir köşesinde
sigara dumanları gökyüzünün bir köşesinde
nasıl kurumuş çiçekler sayfa aralarındaysa en güzel
krallar
eski çağlar prenseslerine ait
hayata dair ne varsa üstüne konuşulmayan
nice şiirlerin sadece bir saç teline atfedilmesi kadar uzun bir hikaye

bir günü daha tamamlıyoruz kahverengi olmayan
kahverengi sandığımız
sona erdiğini fark edemediğimiz bir gün daha eksiliyor
tüketmeye çabaladığımız
tükenmesine alışamadığımız

duvar diplerinde kediler bekleşiyor
sonbaharın sonuna geldiğimize üzülsek mi sevinsek mi bilemiyoruz
güneşi kovalamaktan bıkmayacağız karanlıkları sevmesek de
bir köşede oturup ağlayacağız belki
gürültüyü sevmesek de sessizliğe küfrederek
hiç ummadığımız bir anda beşiktaş çıkıp gelecek bir yerlerden
satır aralarından belki biçimsiz bir defterin
ya da kim bilir gelmesini hiç istemediğimiz bir otobüsü beklerken
gideceğimizi bile bile uzaklaşmayı pek severiz ne garip
şarkıları biteceğini bile bile dinlemek de garip
pek bir gaddarız pek bir cahil
sonunu bilmeden bekleriz karanlıkların gitmesini güneşe küfretsek de
yaman bir çelişkinin ta kendisiyiz grileri sevmezken

kahverengi bir gün olur belki yarınımız
çayımızı ısıtırız bir güzel açık ya da demli, rengine aldanmadan
bir adam yeniden doğar rüzgara savurduğu küllerinden
kulağına çalınan melodileri tutup
takvim yapraklarına asarak

26 Aralık 2015 Cumartesi

önemli olan
yokluğuna alışamamak değildi
varlığına alışamamaktı aslolan

her gün
her an yeniden şaşırmak
yeniden heyecanlanmaktı

önemli olan inanmak değil
inanamamaktı

böylesi bir eşsizliğe
böylesi bir güzelliğe
inanamamaktı

23 Aralık 2015 Çarşamba

pek zor günler... yaşıyor olmaksızın yaşlanmanın ne demek olduğunu anlıyorum. bilir misiniz siz? hiç düşündünüz mü bu nasıl mümkün olabilir diye? şöyle anlatayı...

bir kaplumbağa düşünün. ne geliyor aklınıza? kabuğu tabi ki sırtında taşıdığı, doğumundan beri hiç yanından ayırmadığı, ayrılamadığı, bir tehlike anında yahut zor bir durumda içine sığınabileceği olmazsa olmaz parçası. tilkinin kürkçü dükkanı gibi, ne kadar dolaşırsa dolaşsın, ne yaşarsa yaşasın, eninde sonunda geri döndüğü yer. onun tek adresi. nasıl güneş sıcaksa, nasıl denizler maviyse ancak onunla anlatabilirsin bir kaplumbağayı. onu elinden aldıktan sonra ne kalır geriye? yerine ne koyarsan koy, istersen en güvenilir, tüm tehlikelerden arınmış bir yerde yaşasın olur mu artık eskisi gibi? nasıl güvende hisseder bundan sonra? bundan sonra nasıl devam ettirebilir hayatını hiçbir şey olmamış gibi? "tamam ya... ölmedik ya, bak ne güzel yaşıyoruz işte iyi kötü..." demesini mi bekleriz? ya da "zaten arada sırada bana zorluklar çıkartıyordu, şimdi onun yerine bir şeyler bulur buluştururuz aynı eskisi gibi olur." mu dese beğenilir? kaplumbağanın kabuğundan, yuvasından yakındığı görülmüş müdür ki şimdiye kadar böylesi bir düşünceye girişsin? akıl alır şey değil. nasıl insanın kolu koptuğu zaman "aman canım ne olacak? yaşamaya devam etmiyor muyum sanki? zaten bir kolum daha var. bunun acısı da geçecek elbette. yakında akan kanım durur, yaram kapanır, kabuk bağlar, düzelirim zaten." demesi anlamsızsa tam da öyledir yuvası kaplumbağa için. böyle avunmak ne kadar akıl kârıdır? bir parçan kopmuş yerde öylece dururken, ona bakıp onun gittiğine üzülmemek ne kadar mantıklıdır? böyle durumlarda şüphesiz yapacağı ilk şey kolunu eski haline getirip getiremeyeceğidir. getiremeyeceğini fark edince, canından can koptuğunu anlayınca ne de büyük hisseder bunun acısını. belki yarası kapanacaktır ama ümidini kaybeder mi dersiniz? bir gün olsun "olacak, bir gün her şey eskisi gibi yerli yerinde olacak." diye ümit etmeden duracak mıdır? bir gün olsun aklından çıkacak mıdır bu ihtimal? insanoğlunun doğasında vardır mücadele etmek, ümit etmek. "çıkmadık candan ümit kesilmez." derler ya, tam da öyle. kabuğunu kaybetmiş bir kaplumbağa için yaşamanın ne anlamı vardır temel ihtiyaçlarını karşılayan, nefes almaya devam eden bir canlı olmak dışında? bizi farklı kılan da bu durumda kaldığımız zaman içimizi kıpır kıpır eden ümitlerimiz değil midir?

işte tam da kabuğunu yitirmiş bir kaplumbağa gibiyim şu sıralar. kendini kaybetmiş, aslında hayatı olmayan ama yaşayan bir kaplumbağa. ne yaparsa yapsın, kendi kabuğunu tekrar bulamadığı müddetçe artık bir kaplumbağa olamayacaktır o. yerine elmaslarla, yakutlarla bezeli bir şey koysan da asla tekrar benliğine ulaşamayacak ve ne olursa olsun, bir an bile olmayacak ki eski haline kavuşmak; evini, yuvasını bulmaktan vazgeçsin.

ben mi?
üşüyorum artık ben.
yuvamı arıyorum.

20 Aralık 2015 Pazar

ah benim nazlı sevdiğim
şu durmaksızın çağlayan yalnızlığa da ne demeli
bin kez söylesek bir kez işitmez kimsecikler
şimdilerde kimi kimsesi olmayan umutlar peşindeyim

artık ne yazsak defterlere
kalemimiz bittiğiyle
gönlümüz yorulduğuyla

koşsak varamıyoruz eski şarkılardaki gibi
varsak olamıyoruz bir ölümlü gibi kedersiz

ne sen anlayabiliyorsun
ne ben konuşabiliyorum rüzgarlara
çıkışı olmayan bir tüneldeyiz tüm
varlığın yankılanıyor çevremde
zihnimi kavuruyor tüm güzellikler
yağmurlar yıkıyor güneşleri çoğu zaman
çoğu zaman üşümek gibi bir şey
bir adıkonulmazlıktır gidiyor her yerde
kulağımda enstrümansız şehrin melodileriyle
yine uçuşan bir boşluk zihnimde
pembelerin toz toz genzime kaçtığı bir bulantı dolduruyor meydanı
kuşların sesi bak fatihaları okunuyor
toprak attıkça üstüne
bir somurtkanlık alır her yanı

şimdi her neredeysen bilmem burası pek dokunaklı
gökyüzüne uzayan otobüsler bile
çözemiyor yolları ve ağlamak gibi bir his
ne de zormuş yahu siyah beyaz yaşamak
bir âmâ güldükçe perdeli gözleriyle
artık dokunsan ağlarım sanırım
ve yediğim tırnaklarımı ceplerime saklarım

bilirim bilirsin tehlikesini güzelliğinin
uzun bir kış olacak sanki
otobüsler gelmeyecek bazen duraklara
faydasız yakılan sigaralar ısıtmayacak bu karanlığı
ne takvim yaprakları ne de bir saatin yelkovanı
gelmeyecek gibi gittiği yerden
biçimsizce duran birkaç kafiyem var artık elimde
bak bana bir kez daha
gözyaşlarım donmasın ceplerimde

15 Aralık 2015 Salı

şimdi ben bir pelerinsiz kahraman
hayalleri sarkan yakasından ikisi iki ayrı diyarda
yüzümü nereye çevirsem uzakdoğu nidaları
anlamını kestiremediğim bir bulantı ve gürültüler eşliğinde
nasıl söylesem nasıl desem
sanki berlin duvarı
bizans surları
kimi zaman yırtıcılarla dolu
kimi boyanmış kömürlerle
can havliyle çırpınır ellerimde kanlı şiirler
veya birkaç mısra okunurken ağlamaklı
fırtınalar kopuyor şehrimde bir yerler ahurevan
sarılarla buluşuyor manzaram gelgitlerle birlikte

nasıl söylesem nasıl desem
ben bir pelerinsiz kahraman iki yakası iki ayrı diyarda
sen soğuk bir güneş ısınamadığım şehrin ayazında

14 Aralık 2015 Pazartesi

vah şu dilhun-i şir ki sekerek kaçar ceylan ardından.

5 Aralık 2015 Cumartesi

ne yapıyordur, nasıldır, kiminledir
bugünleri aşması öyle zor ki
keşke sessizliğim duyulsa
keşke şuracığında olsam
ya da
biri haber getirse ondan
"n'olur ona yardım et."

3 Aralık 2015 Perşembe

tirad

kartpostal tonu bahar getiren suratı
uzaklar birikmiş göz çukurlarında pek bereketli topraklar
otobüs çığlıklarının basiretsiz rüzgarlarda yankılanması
bire bin katsa da yollar bir yabancı gelir her şehir
camlardan seken nefes bir çivi gibi çakılır az öteye

şimdi bir anlam ifade edebilir az sonra söyleyeneceğim uzun uzadıya laflar

bak yelkovan kuşlarının kanatlarına istanbullar dolduran narin
bak sonsuz renksiz denizlere tat veren narin
bak
bak beni uçsuz bucaksız kılan
mine rengi yel değirmenleri uçuşan gözlerinden
camgöbeği yıldızlar döken narin
bak içlerimden yılkı atlarını kuşkonmaz yeşillerine süren narin

bak
artık yaşamayı kabul edebilirim