29 Şubat 2016 Pazartesi

bir rüzgar esse ellerin fesleğen kokardı, kırlangıçlar konardı alnına akşam üstleri, bilmezdin. en son nasıl eserdi rüzgar sahi? biliyorum, bilmez olur muyum. o günü dün etmek değil midir hatırlamak? hatırlamak eyleminin tersi unutmak mıdır? hatırlamamakla unutmak aynı mıdır ya da? unutmak nasıl bir eylem? olumlu mu olumsuz mu? neden unuturuz? unuttum dediklerimizi hatırlamış olmaz mıyız? hisler suya yazılan bir yazı gibi akıp gider mi? bir daha okunması imkansız mıdır? öyleyse nasıl sürer hisler? sevgi kalıcı değil midir yani? sevgi bitebilir mi? seviyorum demek her gün uyandığında yeniden sevmek olabilir mi? her gün tekrar tekrar suya yazı yazmaya mı çalışmaktır sevmek? sevmemek mi gerekir yoksa? sevmek iyi bir şey değil miydi? öyle öğretmemişler miydi bize? insanlar birbirlerini sevdikleri zaman iyilik etmiş olmazlar mı birbirlerine? akıntı alıp götürse de yazıyı tekrar tekrar denemek değil midir sevgiyi anlaşılır ve uzun kılan?

28 Şubat 2016 Pazar

kış günlerinde
soğuk bir kış gününde hiç beklenmedik
yani demek istiyorum ki
uçuşan kuş manzaralarını donduran şarkılar eşliğinde
ısındırmak gibi ellerimi ceketimin ceplerinde
üç katmanlı ceplerim:

birincisinden kuş uçmaz kervan geçmez
bulanık akan suları ayakkabılarıma dökülür
sarı kağıtlar ya da sararmış kağıtlar
bulurum dedemin dip odasından
gizlidir, soğuktur, parlak yorganlar ve
şekerler saklı bir yerlerde
barış abi şarkıları süzülüyor çimento-kerpiç alaşımından
sokakta esmer çocuklar, dizleri yaralı
kuru dudakları küfürlü
gün, yer minderleri kadar soğuk
yine maviye boyanmış dökme demirler üşüyor
çiçekler başlarını sarkıtmakta
bir türlü pas tutmaz güneşlerden
bir ceviz ağacı salınıyor kucağında
bir salıncak
pabuçlarımla selamlıyorum gökyüzünü
en olmadık yerde ceplerimden dökülen erikler
yeni bir sayfa açıyor
her bitiş de yeni bir başlangıç mıdır?

yüzüyorum yüzüyorum
kulaç kulaç
dalga dalga
ikincisine düşüyorum ceplerimin
elimi atıyorum çıkartıyorum oradan
birikmiş tüy yumakları ve saçlarım
bir silgi parçası
tütün kırıntıları
ve birkaç parça daha
hiç eriğim kalmamış
kıyametin ortasında ayakta bekliyorum
dört bin çeşit kuş uçuşuyor zihnimin derinliklerinde
birinci desen yakalayamıyorum dahi
ikincisi yüzüme gülüp gözlerimi oymakta
üç desen olacak gibi değil
dört, beş yahut altı
yok bu böyle olmayacak
binlerce kuş
hepsi kaçışıyor
zihnim kan revan içinde
daha fazla duramayacak oluyorum
ta ki nice sonra geliyor tam dört binincisi
ceplerimi karıştırıyorum:
eriğim kalmamış
gündüz gibi konuyor omuzlarıma
bu bir öter ardıç kuşu
zamanın sonundayım
üzerimde yüzyılların yorgunluğu
bin kuşların kalabalığı
bir hayli memnunum halimden
dans ediyor saçlarım
yedi cihan dolaşıyorum
yedi milyar kere gülümsüyorum
cebirden anlamadığımı hatırlıyor
ardıç kuşuna sığınıyorum
kocaman güneşler sığdırıyorum bu cebime
ne de hoş

piyano sesleri emekliyor yerlerde notalardan bağımsız
bir aslanın yelesi üşüyor gri bir sayfada
soğuğu en derinlerinde hissediyorum üçüncü cebimin
günleri kopartıyorum takvimlerden
gökyüzü hokkadan damlayan bir mürekkep misali kara
yer yer bulutları topluyorum dalından
öter ardıç kuşu bırakıyor omuzlarımı
şimdi kayboluyorum
uzun bir süre geçiyor
uçurum bitmek bilmiyor
ölüm sevdasını katlayıp koyuyorum üçüncü cebime
bir kadın eteklerini sürüyor
zihnimde şarkılar bitmiyor
karşı kıyıya geçmem hayli zor
geri dönmekse imkansız
yokluktan bir gemideyim sanıyorum
bu sarsıntılar ondan olsa gerek
hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor huysuzluğum
batan güneşin ardından kenti kaybediyoruz
gecenin rengine bulanıyor suratım
öter ardıç kuşu karşıda bekliyor
tüm her şeyi dolduruyorum cebime
bu üçüncü cebim
son bir nefes daha
şimdi karşı kıyıdayım
neden sonra anlıyorum cebim delik görüyorum
tüm bulantım yeniden baş gösterse de
biz soğuk kentin insanlarıyız
sokakları kibritle ısıtıp
ceketimizi rüzgara asarız