7 Mayıs 2015 Perşembe

çok fazla edebiyat,
kızlar ve tanrılar bunu sevmez.

3 Mayıs 2015 Pazar

kelime zehirlenmesi

içimde karşı konulamaz bi bulantı vardır saatlerdir, uykuyu uyutmaya çalışıyorum. ilkokul dönemimden beridir bu kadar erken yatmamıştım sanırım. güzel zamanlardı, insanlar birbirlerini daha az üzüyorlardı ya da bana öyle geliyordu ya da... bilmem. hep aynı hikaye vardır ya, çocukluğumuzu kaybetme muhabbeti... evet, klişe ama gerçek. klişeleri her zaman sevmişimdir. klişe sıradan olduğu ölçüde doğrudur, nesiller boyu süregelen yaşanmışlıkların bir
cümlede sunulmuş konsantresidir. her damlasında nice tecrübeler nice acılar ve pişmanlıklar barındırır aslında. işte bu yüzdendir klişelere olan sevgim. 

nereden de geldik buraya? ha bulantı diyorduk. bu sıradan bir bulantı değil. evet fiziksel açıdan karnımın içerisinde neler döndüğü konusu hiç iç açıcı değil elbette, nitekim ben de içini açmamayı tercih ediyorum. ancak söylemek gerekiyor ki bu fiziksel bulantı fiziksel olmayan bir sorunun sonucu. şöyle açıklık getirecek yahut teşhis koyacak olursak: kelime zehirlenmesi. 

soyutun gerçeğe etkisi ne de ilginçtir öyle değil mi? yediğin bir yiyecekten değil de yuttuğun kelimelerden dolayı hissedilen mide bulantısı... bazı kelimeler sürekli yersiz çıkışlar yaparlar, bazıları sadece çıkış yapmaya meğillidir, bazıları daha çıkmadığı halde ortalığı yıkıp dökmeye muktedirdir. kelimeler pek fenadırlar. o yüzdendir ki herkes söz ustası olamaz, herkes muhabbet ehli olamaz. kelimeler pek bir dikkafalı, pek bir inatçıdırlar. onların efendisi olmak her yiğidin harcı değildir, bir kere aralarına girdiysen kuvvetli ihtimal kölesi oluverirsin onların. yola kendine güvenerek çıkarsın, sözde kelimeler senin emrinin altındadırlar ama hakikat öyle midir? hiç farkına varmazsın da kaptırıverirsin kolunu. paralı askerlerine güvenen komutan gibi olursun, savaş alanına kadar senden iyisi yoktur derken bir bakmışsın ki sen askerleri değil onlar seni yönetiyor. üstüne üstelik karşı tarafla anlaşıp sana ihanet ediyorlar. machiavelli'nin dediği gibi barış zamanında sürekli senden çalar, kuyunu kazarlar; savaş zamanına gelince de sırtından vururlar. 

peki kelimelere hükmedemiyorsan nedir çözüm? evet, bir klişe daha geliyor: susmak. söz gümüşken altın olan susmak yahut atasözündeki şekliyle sükut. eğer kelimelere hakim olmak gözünde büyüyor, altından kalkamayacak gibi hissediyorsan yahut riske girmek istemiyorsan en güzel çözümdür susmak. azıcık aşım kaygusuz başım dersen, gözünü yükseklere dikmezsen en azından kayba uğramazsın, elindekileri yitirmezsin. çok ortayolcu geliyor kulağa ama büyük zararlardan korunmanın en güzel yolu budur. kelimelere hakim olmanın başlangıç adımıdır susmak. dışarı çıkmak isteyen kelimeler adresini bilmeden namludan fırlamış bir maganda mermisi gibi sağa sola yalpalaya yalpalaya, çarpa çarpa gider. en sonunda sana da çarpması muhtemel olan bu mermilerden korunmanın en güzel yoludur susmak. kelimeleri önce esir almayı bileceksin ki daha sonra kullanabilesin. otoritesiz düzen olmayacağı gibi köleler olmadan bir efendiden de söz edilemez. 

buraya kadar klişelerle geldik, sonucu da bir klişeyle bağlamadan olmaz. "her şeyin bir bedeli vardır." sustuktan sonra kayıpsız atlatacak değilsin elbette tüm sorunları. başta bahsettiğim kelime zehirlenmesi burada ortaya çıkıyor. ağzından çıkmasına engel olduğun o kelimeler yine maganda kurşunlar gibi içerinde dolaşıyor bu sefer. paramparça ediyor içini, miden ağzına geliyor. belki aklını yitirecek gibi oluyorsun beynin zonkluyor, belki ölmeyi ister gibi oluyorsun ağrılar saplanıyor ciğerlerine de izin vermiyorsun çıkmalarına. şu dakikadan sonra susmaktan ötesi çok daha zararlı, çok daha riskli. büyük kayıplar vermemek için yeri geldiğinde ricat edebilmektir susmak. nefsine ağır gelir, insanlar önünde küçük düşmekten korkarsın hele hele en kötüsü de kendine vereceğin acıyı göz önüne alamazsın. insanoğlu doğası gereği bencil olduğu için bu güçlüğün altına girmek istemez, ya birisiyle zararı paylaşıp kendine düşen payı düşürmek, ya tamamını birilerinin sırtına yüklemek ister. biraz da kendime güzelleme yapmak gerekirse, susmak cesaret sahiplerinin işidir. 

sonuç dedim ama pek sonlandırabilmiş değilim yazıyı. üstelik pek de uzun oldu ama bu konuda söylenecek pek çok şey var. konuşmada olduğu kadar olmasa da yazıda da kelimelere hakim olmak çok kolay bir iş değildir. her neyse... 

susmamın bedelini ödemeye devam edeyim ben. 

2 Mayıs 2015 Cumartesi

kolonyanın varlığını bilmek mide bulantını geçirmez.

1 Mayıs 2015 Cuma

hava soğuk, müzikler anlamsız, günler yavaştı. martıların çığlıkları hep acılı yakarışlar gibi gelirdi bana, sanki gökyüzünden tüm dünyayı izliyorlar ve insanlara bir şeyler anlatmaya çalışıyolardı. çünkü bizim göremediklerimizi görüyor, ulaşamadığımız yerlere ulaşıyorlar. hiçbir yer yok diyorlardı belki de, hiçbir yer yok ki mutlu olayım. “bak biz uçabiliyoruz istediğimiz her yere ama iyi bir seçenek yok bu şehirde, bu ülkede, bu dünyada mutlu olabileceğiniz. bakılabilecek her yere baktık, gidilebilecek her yere gittik ama yok başka bir ihtimal, boşuna hayal kurmayın size diyoruz ey insanlar!”

sonra ne mi oldu? martıların dilini öğrendim ben. sen öğrettin bana onlarla nasıl konuşmam gerektiğini. aslına bakarsan hala haklılar bir bakıma ama yanılıyorlar da. evet, bu dünya iyi bir yer değil ama mutlu olunamayacağını da kim söyledi? "karanlıkların arasındaki aydınlığı bulabilmek" bir metafordan öte gerçeğin ta kendisi olabiliyormuş. bir martı olmak ister miydim bilmiyorum, sanırım hayır. keşke onlar benim yerimde olabilseler, keşke benim gözümden bakabilseler de görseler benim karşımda parıldayan güzellikleri. keşke zihnimde yanan ışıkları, ta içlerimde sönmeyen ateşi, yanaklarımdaki dünyadan bağımsız gülümsemeyi hakkıyla aktarabilsem kağıtlara. keşke aktarabilsem bunları bir hikayeyle yahut bir şiirle martılara, insanlara yahut evrene. biraz abartı gibi duruyor farkındayım evren kelimesi. ama milyonlarca yıl önceki patlamadan sonra sıradanlaşmış, monotonlaşmış bir evren özlemiş olsa gerek böylesi büyük bir heyecanı. ne fark eder? ben bu evrende yaşadıkça, sokaklarda yürüdükçe, var eden izin verdikçe nefes almama bu heyecan hiç bitmeyecek. arkamı dönmeyeceğim hiç gözlerine, ne büyük acı olurdu bunun hissi…

tüm şehri karanlığa boyayan simsiyah yağmurlardan sonra açan güneşim…
ne de acizim sana olan sevgimi, şefkatimi, korkumu anlatmakta affet beni.
affet beni güçsüz kalıyorum, eziliyorum sana olan hislerimin altında.
affet, anlatamıyorum yeterince gülüşlerinde açan çiçekleri.
ne kadar da acizim hiçkimsecikler -sen dahi- yokken ancak yazabiliyorum bunları, dilimde gücüm olsaydı da zihnimi toparlayıp serebilseydim bu cümleleri önüne.
gücüm olsaydı da her daim bunları anlatabilseydim sana soluk dahi almadan, bir saniye dahi duraksamadan. ki artık ancak seninle anlam buluyor nefes aldığım her saniye.

sabahların hep mutlu olsun prensesim