pek zor günler... yaşıyor olmaksızın yaşlanmanın ne demek olduğunu anlıyorum. bilir misiniz siz? hiç düşündünüz mü bu nasıl mümkün olabilir diye? şöyle anlatayı...
bir kaplumbağa düşünün. ne geliyor aklınıza? kabuğu tabi ki sırtında taşıdığı, doğumundan beri hiç yanından ayırmadığı, ayrılamadığı, bir tehlike anında yahut zor bir durumda içine sığınabileceği olmazsa olmaz parçası. tilkinin kürkçü dükkanı gibi, ne kadar dolaşırsa dolaşsın, ne yaşarsa yaşasın, eninde sonunda geri döndüğü yer. onun tek adresi. nasıl güneş sıcaksa, nasıl denizler maviyse ancak onunla anlatabilirsin bir kaplumbağayı. onu elinden aldıktan sonra ne kalır geriye? yerine ne koyarsan koy, istersen en güvenilir, tüm tehlikelerden arınmış bir yerde yaşasın olur mu artık eskisi gibi? nasıl güvende hisseder bundan sonra? bundan sonra nasıl devam ettirebilir hayatını hiçbir şey olmamış gibi? "tamam ya... ölmedik ya, bak ne güzel yaşıyoruz işte iyi kötü..." demesini mi bekleriz? ya da "zaten arada sırada bana zorluklar çıkartıyordu, şimdi onun yerine bir şeyler bulur buluştururuz aynı eskisi gibi olur." mu dese beğenilir? kaplumbağanın kabuğundan, yuvasından yakındığı görülmüş müdür ki şimdiye kadar böylesi bir düşünceye girişsin? akıl alır şey değil. nasıl insanın kolu koptuğu zaman "aman canım ne olacak? yaşamaya devam etmiyor muyum sanki? zaten bir kolum daha var. bunun acısı da geçecek elbette. yakında akan kanım durur, yaram kapanır, kabuk bağlar, düzelirim zaten." demesi anlamsızsa tam da öyledir yuvası kaplumbağa için. böyle avunmak ne kadar akıl kârıdır? bir parçan kopmuş yerde öylece dururken, ona bakıp onun gittiğine üzülmemek ne kadar mantıklıdır? böyle durumlarda şüphesiz yapacağı ilk şey kolunu eski haline getirip getiremeyeceğidir. getiremeyeceğini fark edince, canından can koptuğunu anlayınca ne de büyük hisseder bunun acısını. belki yarası kapanacaktır ama ümidini kaybeder mi dersiniz? bir gün olsun "olacak, bir gün her şey eskisi gibi yerli yerinde olacak." diye ümit etmeden duracak mıdır? bir gün olsun aklından çıkacak mıdır bu ihtimal? insanoğlunun doğasında vardır mücadele etmek, ümit etmek. "çıkmadık candan ümit kesilmez." derler ya, tam da öyle. kabuğunu kaybetmiş bir kaplumbağa için yaşamanın ne anlamı vardır temel ihtiyaçlarını karşılayan, nefes almaya devam eden bir canlı olmak dışında? bizi farklı kılan da bu durumda kaldığımız zaman içimizi kıpır kıpır eden ümitlerimiz değil midir?
işte tam da kabuğunu yitirmiş bir kaplumbağa gibiyim şu sıralar. kendini kaybetmiş, aslında hayatı olmayan ama yaşayan bir kaplumbağa. ne yaparsa yapsın, kendi kabuğunu tekrar bulamadığı müddetçe artık bir kaplumbağa olamayacaktır o. yerine elmaslarla, yakutlarla bezeli bir şey koysan da asla tekrar benliğine ulaşamayacak ve ne olursa olsun, bir an bile olmayacak ki eski haline kavuşmak; evini, yuvasını bulmaktan vazgeçsin.
ben mi?
üşüyorum artık ben.
yuvamı arıyorum.