10 Mart 2016 Perşembe

sonu gelmeyen bir sonbahar bu
irili ufaklı insan yığınları köşebaşlarında
kaybolmuş bir sözlük buluyorum ceplerimin birinden
başıboş kelimeler dolanıyor sararmış duvarlarda

sonu gelmeyen bir sonbahar bu
sonbahar
yani demek istiyorum ki
bir toz bulutu soluyorum antik şehirlerimden
tanrılarla aram pek de iyi değil yahut tanrıçalarla
yıkıntılarımın üstünden geçiyor bir kadın
güneşin altı çok soğuk
sanıyorum şimdi karanlığa sığınmaktayım
ve sanıyorum varlığım da benden bir hayli habersiz

6 Mart 2016 Pazar

"Süpür dikenlerimi rüzgar kız, uzaklara karışsın
Renksiz uçurtmalar takılmasın saç tellerine."

ah rüzgar kız...

suçlusun hiç olmadığın kadar. 
suçlusun, çünkü hissettiğin o masum duygularını esirgemedin bu kötü adamdan. en son çocukken bu kadar masum olabilmiştin öyle değil mi? ama yine olmadı, yine gülmedi küçük yanakların. bu senin suçun, suçlusun, beni bu güzelliklere layık gördün. suçlusun çünkü süpürmek istedin dikenlerimi parmakların kanarken. yakıcı ayazları hak ederken bahar yellerine layık gördün beni, gönlümü yumuşattın. suçlusun...

"sen kadınım, ben kötü bir adam hayli bencil ve yoksul..."


ben kötü bir adamım rüzgar kız, incittim seni tahmin edilemeyecek kadar. cennetle kandırıp ateşlere attım seni, suratım çamurdan olma, sözlerimden karanlıklar dökülür. 

inandın bana rüzgar kız, güzel günlere inandın. rengarenktin, baharları getirebileceğine inandın. inandırdım seni en olmayacak aydınlıklara. inandın bana rüzgar kız, suçlusun bu yüzden.

"sonra ne mi oldu? martıların dilini öğrendim ben. sen öğrettin bana onlarla nasıl konuşmam gerektiğini."


sen bana martıların dilini öğrettin, suçlusun rüzgar kız. ben o dille en kötü kelimeleri konuştum, en büyük yalanları söyledim. suçlusun rüzgar kız, aldandın sözlerime. aldattım seni soğuk rüzgarlarla, gri yağmurlarla, kirli sokaklarla. sense ılık bir bahar esintisiydin, güneşler açar sandın şehrimizde, bunun için suçlusun rüzgar kız, aldandın. dünyaları serdin bu çirkin adamın önüne, kendinden feda ettin, güvendin, sevdin... suçlusun çünkü kalbini sundun bu iğrenç adamın ellerine, suçlusun.

29 Şubat 2016 Pazartesi

bir rüzgar esse ellerin fesleğen kokardı, kırlangıçlar konardı alnına akşam üstleri, bilmezdin. en son nasıl eserdi rüzgar sahi? biliyorum, bilmez olur muyum. o günü dün etmek değil midir hatırlamak? hatırlamak eyleminin tersi unutmak mıdır? hatırlamamakla unutmak aynı mıdır ya da? unutmak nasıl bir eylem? olumlu mu olumsuz mu? neden unuturuz? unuttum dediklerimizi hatırlamış olmaz mıyız? hisler suya yazılan bir yazı gibi akıp gider mi? bir daha okunması imkansız mıdır? öyleyse nasıl sürer hisler? sevgi kalıcı değil midir yani? sevgi bitebilir mi? seviyorum demek her gün uyandığında yeniden sevmek olabilir mi? her gün tekrar tekrar suya yazı yazmaya mı çalışmaktır sevmek? sevmemek mi gerekir yoksa? sevmek iyi bir şey değil miydi? öyle öğretmemişler miydi bize? insanlar birbirlerini sevdikleri zaman iyilik etmiş olmazlar mı birbirlerine? akıntı alıp götürse de yazıyı tekrar tekrar denemek değil midir sevgiyi anlaşılır ve uzun kılan?

28 Şubat 2016 Pazar

kış günlerinde
soğuk bir kış gününde hiç beklenmedik
yani demek istiyorum ki
uçuşan kuş manzaralarını donduran şarkılar eşliğinde
ısındırmak gibi ellerimi ceketimin ceplerinde
üç katmanlı ceplerim:

birincisinden kuş uçmaz kervan geçmez
bulanık akan suları ayakkabılarıma dökülür
sarı kağıtlar ya da sararmış kağıtlar
bulurum dedemin dip odasından
gizlidir, soğuktur, parlak yorganlar ve
şekerler saklı bir yerlerde
barış abi şarkıları süzülüyor çimento-kerpiç alaşımından
sokakta esmer çocuklar, dizleri yaralı
kuru dudakları küfürlü
gün, yer minderleri kadar soğuk
yine maviye boyanmış dökme demirler üşüyor
çiçekler başlarını sarkıtmakta
bir türlü pas tutmaz güneşlerden
bir ceviz ağacı salınıyor kucağında
bir salıncak
pabuçlarımla selamlıyorum gökyüzünü
en olmadık yerde ceplerimden dökülen erikler
yeni bir sayfa açıyor
her bitiş de yeni bir başlangıç mıdır?

yüzüyorum yüzüyorum
kulaç kulaç
dalga dalga
ikincisine düşüyorum ceplerimin
elimi atıyorum çıkartıyorum oradan
birikmiş tüy yumakları ve saçlarım
bir silgi parçası
tütün kırıntıları
ve birkaç parça daha
hiç eriğim kalmamış
kıyametin ortasında ayakta bekliyorum
dört bin çeşit kuş uçuşuyor zihnimin derinliklerinde
birinci desen yakalayamıyorum dahi
ikincisi yüzüme gülüp gözlerimi oymakta
üç desen olacak gibi değil
dört, beş yahut altı
yok bu böyle olmayacak
binlerce kuş
hepsi kaçışıyor
zihnim kan revan içinde
daha fazla duramayacak oluyorum
ta ki nice sonra geliyor tam dört binincisi
ceplerimi karıştırıyorum:
eriğim kalmamış
gündüz gibi konuyor omuzlarıma
bu bir öter ardıç kuşu
zamanın sonundayım
üzerimde yüzyılların yorgunluğu
bin kuşların kalabalığı
bir hayli memnunum halimden
dans ediyor saçlarım
yedi cihan dolaşıyorum
yedi milyar kere gülümsüyorum
cebirden anlamadığımı hatırlıyor
ardıç kuşuna sığınıyorum
kocaman güneşler sığdırıyorum bu cebime
ne de hoş

piyano sesleri emekliyor yerlerde notalardan bağımsız
bir aslanın yelesi üşüyor gri bir sayfada
soğuğu en derinlerinde hissediyorum üçüncü cebimin
günleri kopartıyorum takvimlerden
gökyüzü hokkadan damlayan bir mürekkep misali kara
yer yer bulutları topluyorum dalından
öter ardıç kuşu bırakıyor omuzlarımı
şimdi kayboluyorum
uzun bir süre geçiyor
uçurum bitmek bilmiyor
ölüm sevdasını katlayıp koyuyorum üçüncü cebime
bir kadın eteklerini sürüyor
zihnimde şarkılar bitmiyor
karşı kıyıya geçmem hayli zor
geri dönmekse imkansız
yokluktan bir gemideyim sanıyorum
bu sarsıntılar ondan olsa gerek
hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor huysuzluğum
batan güneşin ardından kenti kaybediyoruz
gecenin rengine bulanıyor suratım
öter ardıç kuşu karşıda bekliyor
tüm her şeyi dolduruyorum cebime
bu üçüncü cebim
son bir nefes daha
şimdi karşı kıyıdayım
neden sonra anlıyorum cebim delik görüyorum
tüm bulantım yeniden baş gösterse de
biz soğuk kentin insanlarıyız
sokakları kibritle ısıtıp
ceketimizi rüzgara asarız

17 Ocak 2016 Pazar

ne

dumanlar çöker gözlerimize sen silip atardın
bir masa yeterliydi çoğu ümitlerimizi ekmeye
ellerinde biriktirirdin gün ışıklarını suratımı boyardın
dönüşün yoktu sevdiğim, nice demli tütün kokardın
şehirler hapsolmuş eteklerinden yerli yersiz yıkıntılar
baharlar dururdu penceremden bir varoluşun yeter gelirdi
işte sevdiğim kirli sokak manzaralarında sürten serseriler
ve tuzlu terleriyle işçiler gelir bazen aklıma, esnaf lokantaları
hiçbir renge maruz kalmadan gelirdin ya aklıma zaten
tüm dertlere mahkum olmadan gelirdin
sen gelirdin de baharlar gelirdi tıpkı şarkılardaki gibi
martılar gülerdi ya da benim söylediğim vardı ya hani
hatırlar mısın ne güzeldir anlaması onların dilinden
ya da duvar diplerinde bekleşen kedilerin koşuşturması
yağmur yağıyor saçlarında gece tozları dans ediyor
anlaması güç bazen satır aralarında saklanan gerçekleri
tütün kokardın sevdiğim uzak bir güz gibi kokardın
yürürdün doldururdun içimi, sığınacak bir kayık arardım
fırtınalar, felaketler gibi değil sanırsın tüm tabiat gülüyor
sen gülüyorsun, sarılar gülüyor, bir ardıç kuşu gülüyor yavrularına
hayaletlerle dolu şehir bir çizgi roman olurdu çocuk ellerinde
ellerinden tutuyorum, yine aynısı işte: sen, sarılar, ardıç kuşları vesaire
istemezdim buralar böyle olduğuyla kalsın halbuki ankara bile gülerdi
sen bilmiyorsun sen ne denli, sen ne kalabalık aslında
tütün kokardın sevdiğim yeşermiş bir ağaç kokardın
ayırt etmesi imkansız olurdu bir hayalde yahut gerçekte yaşamayı
gözlerime dolardın sevdiğim, çocuk ellerin avuçlarımda
şimdilerde ne kuşlar gülüyor
ne ellerimde sarılar
ne...

11 Ocak 2016 Pazartesi

şimdi seyreyliyorum
dünya üzerinde herhangi bir nokta
şehir diyebiliriz belki de karanlık yolları
merak ederdim hep oysa martılar neden gülsünler ki diye
bu köprülerin dikişi tutar mı iki yakası bir araya gelmeyen şehirde
vapurlar desen dumanı kaçar insanın genzine olmuyor işte olmuyor
boynunda acı bir tat kalıyor insanın biraz tuzlu biraz kızıl
sarılıyorum birkaç kelime kilitliyor ellerimi
düşlerimde çekingen çizgiler sıradanlaşıyor
büyüdükçe büyüyor gözlerin
saçların zehirli sarmaşıklar
çoğalıyorlar cebimde
parlaklığıyla kaplıyor tüm vücudumu
belki bir fotoğraf karesi ya da ince bir gülüş
o zamanlar çekingen değilim martılar gülüyor mesela
ışıklar dökülüyor yine ellerinden katlayıp içime saklıyorum hepsini
tam buralarda bir yerlerde nefesin olacak, beyaz ve ürkek
dudaklarında bir sıcaklık dolanıyor, kafiyeler ve melodiler
sudan narin sesin ve ben biraz daha büyüyorum seni göğsüme bastırıyorum
onca uzaklıklarla ne yaparsın diye düşünürüm hep böyle zamanlar
yolları siliyorum gömleğimin dirseğiyle gözyaşlarına bandırıp
ve yine o tuzlu, kekremsi tat dökülüyor haritalara bunu düşünmek anlamsız
ve bir kadın diyorum, bir kadın ne denli çoğalabilir, uzaklıklar da anlamsız oluyor
düşten hafif bir elbise dolanmış beline, teninde mehtap ışıkları, bir keman gibi dans ediyor bedeni
etme eyleme rüzgar kaç keredir söylerim, yanakları aşınmasın esmeyiver bir seferlik
sanki ufak ayrıntılar gibi uzunca bir hikayeyi anlamlı kılan
ve sanki dur durak bilmeyen bir deniz seyahati usulca salınan gülüşleri
bitmeyen şarkılar söyleriz sanırdım notaları bir bir dağılırken havada
inanması zor biliyorum ama kandıramayız da gözlerimizi (bunu sen söylemiştin)
birer birer aydınlanıyor geçmişimiz karanlıkları defederken omuzlarından
çağlayanlardan düşüyorum boğuluyorum demesi kolay durmayalım hadi bir hamle daha
ve işte gelecekteyiz
tüm bu denizin zamansızlığı bir yana sanki buluttan bir evdeyiz
minik bir surat olması gerektiği yerde sıcak ve kenetli ellerimiz
ve bir işte daha
çocuklar koşuşuyor bahçelerde gökkuşaklarıyla arkadaş
yere düşen tohumlarımız ve baharı bekliyoruz telaşsız
tüm çiçekler ve binbir çeşit nebatat sana doğru büyüyor
büyüyor ve büyüyor tüm yollar dolayıp asmışız kapının arkasına
uçurtmalara binip seyahatlere çıkıyoruz şimdi esebilir rüzgar
hayal değil bunlar bilirsin ben iyisiyle kötüsüyle bir adam
sen tutarsın ellerimden bak bu güzel bir düş hiç çıkmasın aklından

his

her ne zaman hesap kitap yaparak hareket ettiysem şimdiye kadar hep zararlı çıktım sanıyorum.
oysa hisler ne de güzeldir.
ne güzel şeydir hislere kapılmak, onların söylediği şarkıları dinlemek.
bundan sonra hissederek yaşamam gerektiğini tekrar tekrar anladım.

elimden gelmeyen çözümler, geri getiremediğim şanslar olsa da kim bilir
bir bakmışsın hisler bir olmuş, hesaplarımızın önündeler.

his... his... his...
üç kere tekrar ettim bunu fısıldayarak. sanki efsunlu bir kelime gibi, sanki kutsal bir kelam gibi geldi kulağıma. ne de güzel bir kelime.

görmek yerine hissetmek
duymak yerine hissetmek
bilmek yerine hissetmek
hatırlamak yerine hissetmek
yaşamak yerine hissetmek
...

hissetmek ya... ne güzel şey... zihnimizi durduracak kadar güçlü aslında, hiç beklemediğimiz bir anda ruhumuzu saracak kadar güçlüdür aslında hisler. sadece doğru zamanı kollar ortaya çıkmak için, gerisini o halleder her zaman, acılı ya da acısız, iyi ya da kötü, kısa ya da uzun...

o gün gelecek.
her şeyin güzel olduğu gün.
bunu nereden çıkardın, nasıl bu kadar emin olabiliyorsun, nasıl bilebiliyorsun böyle bir şeyi diye sordum da kendime.
bilmiyorum.
hissediyorum.

7 Ocak 2016 Perşembe

herbir şehir yükseliverirdi omuzlarından tüm şiirlerden bağımsız
özgürlükler diyarı ve senin tutsaklığını yaşamak gibiydi günler
sokaklar üşüyen insanlarla dolu, içlerinde alevler dolarken
bazen bir tıkırtı ya da bir olmamışlık düşünceler
kapılar hiç kapanmaz sanırdık belki de ondan şimdi katliamlar
veya bulutsuz gökyüzlerinin binbir yalanla kandırdığı
bu etten olma, acıdan doğma ve doğanın kara yüzü

fırtınalar boşalıyor, boğulmak en aciz, en sessizinden
yürürdün de çiğnerdin varlığımı, varım yoğum sen
bakardım da iç çekerdim, gözlerin uçuşurdu gözlerimden yakalaması hayli güç
esen bir rüzgar ancak o alabilir canımı bakmayın böyle söylediğime
çelişkilerin adamı ben, olur da birgün yapraklar canlanır, bahar gelir daha fazla bekletmeden
defter uyur, kalem susar, oysa ne de çok konuşuruz kendi kendimizle
sağa sola savrulur kafiyeler çok da önemli değiller belki yavan biraz
aynı yere bakmak kadar ahenkli şarkılar çalardı kulaklarından
dudaklarından kırmızılar boşanırdı, dudakların bir ömür boyu
ancak susturabiliriz bir fırtınayı bitmesini beklemeden
nasıl aydınlatır yoksa geceler sokaklarını karanlık olduğunu bilmeden
geçersin karşıma gerisi hep anlamsız zihnimde kıpırdanır bişiler bişiler
güneşi sabahlarımın, aydan yarımları akşamlarımın ya da
bir gün çağırıyor beni, yani bu etten olma cansız bedeni

bir tapınak yıkılıyor uzakdoğulu bir memlekette, içimde yüzyıllık ateşler hala
neye inanacağını bilmeyen bir bahar akşamı kışın gelmesiyle üşüyor
olur ya nehirlerde balıklar yüzer, kuşlar uçar bir mavide
böylesi doğal, böylesi kaçınılmaz kelimelerle sevişir dilimiz
bir başka diyarda ben diyeyim ilkbaharlar ülkesi ya da sen söyle
boşver sen söyleme sen beyaz gelincikler ülkesi ben kurak bir toprak
ancak şimdilerde can yakabiliyor bu sonsuz sessizlik
yabancı bir dil konuşuluyor içimde hep derim belki bir uzakdoğu dili sanırsın tencere tıkırtısı
bu sırada esen bir rüzgar hem üşütür hem ısıtır melûl bir adamı
günler uzak bir ada martılar kurtulamaz zincirleri soğuk
kırmızılar yahut fırtınalar ne rengiz bilmiyorum ya da unutuyorum
unutkan bir kral sanki ortaçağların ihtişamını özleyen
şehirler yükselirdi omuzlarından bu şiirden de bağımsız

sen beyaz bir gelincik sen ve gözlerin
burası soğuk, içimiz çelişkilerle dolu

yüzyıllık ateş yanar da yanar sen bir kuzey yağmuru
ellerim kurak topraklar ve gözlerime kaçan dikenler

ne söylerdin bilinmez olduğu gibi ya da sen nasıl istersen
durma es güzel ülkenden içim kıpırdasın baharlarım canlansın

veyahut
bilirsin işte
bişiler bişiler

2 Ocak 2016 Cumartesi

gelinciğe güzelleme

işte
     beyaz
              bir
                  gelincik
                             seyreyliyorum
dayanmak güç böyle zor bir zarafete aman dilerim, diledim ve işte
dünyalar tutuşturuyor elleriyle
                                               ellerime
bir bahar gibi yükselmekte boynu göğsünden
neden
         neden
                  neden tüm dirayetimi kırmakta bir çocuğun elinde salınan 
bu et ve kemikten olma hazine
bu bulutsuz bir gökyüzü, yağmursuz ve sudan ince
uzuyor ve uzanıyor zamansız bir zaman
mekandan öte bir yer, hayli derin, hayli çekingenim
ve
   düşünce
                dur
                     durak
                              bildi. 
felaketler çoğalıyor tenimde, her şey üst üste geliyor, bir gelinciğin
                                                                                                            nefesinde
                                                                                                                           eziliyorum
                                                                                                                                            bembeyaz
elma bahçeleri, elma ve cadı, kırmızı ve elma, beyaz ve güzel, güzel ve güzel
kulübeler, saraylar, ve harikalar diyarı falan
daha çok güzel, sadece güzel, sadece iyi
bir masal ancak bu kadar güzel yazılabilirdi!
bir masal ancak bu kadar güzel yaşanabilir
bir masal ancak bu kadar ve bu ancak bir masal olabilir
nefes nefese gelincik, gelin gelincik, gel gelincik beyaz nefesinle
dur
ve
sakın çözme bu ipleri geleceği sakladığım ellerimden
bak ve değiştirme yüzüne bulaşmış gülümsemeyi
dinle ve dinle ve dinle ne soğuk ne sıcak olabilir bu varlığım
sen
     karşımda
                   arz-ı endam
ben
     akarsularda
                   kirleniyorum
ben
     nefesinde
                   eziliyorum

                                    bembeyaz
bir sabaha daha ulaşmama isteği... gözlerimi kapatmak istemiyorum sanki bir şeyler olmasını beklercesine. anlamsızlıklarla dolu bir günü daha bitirdim. sanki bitmesi için yaşadım, daha ötesi yokmuş gibi. şimdi ise uyumak istemiyorum. sebebini bilmiyorum, inan ki bilmiyorum. sebep olarak öne süreceğim şey belli ancak bunun olma ihtimali benim yarın sabaha mutlu uyanmam kadar az. hoş gerçi, ikisi de birbirini destekleyen, doğru orantılı şeyler olabilir. ters orantı da olabilir, bilmiyorum. inan bilmiyorum şu anda ne yapıyorum. amacım ne bilmiyorum, yazdığım şeyi tekrar okumuyorum, anlamlı mı anlamsız mı bilmiyorum. sadece yazmak istedim, bunun için de bir insanı suçlayamazsın değil mi? bu yazı tamamiyle amaçsız demek isterdim ancak bunu demek de yalan olacak. bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. sanki yazınca olacakmış gibi hissettim belki de ne olacağını bilmeksizin yahut ne olacağını düşünmeksizin. sadece bir şey "ol"sa... başka hiçbir şey istemiyorum sanırım. sadece bir şeyler olsun, bir şeyler hareket etsin çevremde, vücudumda yahut ta içlerimde bir yerlerde. bu sonsuz bulantı hali, sonsuz bir uzay hissi sanki. boşlukta asılı kalmış gibiyim, ne yükseliyorum ne alçalıyorum. beni tutan hiçbir şey yok. kımıldamam için beni tutan hiçbir şey yok ama felçli gibiyim. aslına bakarsan bu uzun bir müddettir böyle. uzun müddet dediğim öyle belirsiz bir şey değil merak etme. yaklaşık 32 gün 7 saat 14 dakika kadar filan bir süreden bahsediyorum. düşmek bile iyi gelebilirdi. aşağı bakıyorum ve korkuyorum, yukarı bakıyorum ümitsizliğe kapılıyorum. ne düşüyorum, ne çıkıyorum. kurtarın beni buradan, kurtar beni buradan, kurtar ne olur...

daha fazla yazmak mı yoksa yazmamak mı? bu bile bi muamma, tamamen anlamsız. yazsam ne uzalırım ne kısalırım, ancak 32 gün 7 saat 16 dakika filan geçmiş olur, dahası olmaz.